Hindistan ve Pakistan arasındaki uzun süredir devam eden karmaşık ilişki, Cammu Keşmir bölgesindeki terör saldırısıyla tırmanışa geçmiş, askeri ve siyasi boyutlarda kaygı verici bir evreye ulaşmıştır.
Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilimin tetikleyici unsurlarını, askeri angajmanların doğasını, kullanılan söylemlerin psikolojik harp bağlamındaki rolünü ve özellikle hava üstünlüğü tartışmaları üzerinden bölgesel ve küresel etkilerini değerlendirmeye çalışalım.
Gerilimin Tırmanışı ve Askeri Angajmanlar
Hindistan’ın Cammu Keşmir’deki terör saldırısından Pakistan’ı sorumlu tutması ve ardından Pakistan topraklarındaki hedeflere yönelik gerçekleştirdiği “askeri olmayan” nitelikteki saldırılar, iki ülke arasındaki gerilimin somut bir yansımasıdır. Pakistan’ın önceden saldırı istihbaratı aldığını duyurması ve Hindistan’ın eş zamanlı olarak Sindoor Operasyonu’nu başlatması, her iki tarafın da proaktif bir duruş sergilediğini gösteriyor. Pakistan’ın Hindistan’ın saldırılarına anında karşılık vermesi, askeri hazırlık seviyesinin yüksekliğini ve caydırıcılık prensibini uygulama arzusunu ortaya koymaktadır.
8 Mayıs itibarıyla sınır hattında yoğunlaşan havan, obüs ve roket atışları, konvansiyonel askeri güç gösterisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bu tür düşük profilli çatışmalar, tarafların kararlılık mesajlarını iletme ve olası bir geniş çaplı çatışma öncesinde pozisyonlarını tahkim etme amacı taşıyacak gibi görünüyor.
Söylemsel Düzeyde Gerilim ve Psikolojik Harp
7 Mayıs’ta iki ülke liderlerinin yaptığı siyasi tehdit içeren açıklamalar, gerilimin söylemsel düzeyde de tırmandığını gösterse bile ülkemize dahi taşan tehditleri fark ediyoruz. Nitekim Hindistan’ın emekli Generallerinden Bakshi Türkiye’yi de nükleer ile tehdit etti. Pakistan Başbakanı’nın “şehit kanlarının her damlasının intikamının alınacağı” yönündeki ifadesi ve Hindistan Savunma Bakanı’nın “herhangi bir saldırıya uygun bir yanıt verileceği” şeklindeki açıklaması, karşılıklı olarak düşmanlığı körükleyen ve kamuoylarını mobilize etmeye yönelik psikolojik harp taktikleri olarak okunabilir. Her iki tarafın da muğlak zamanlama ve yöntem vurgusu yaparak karşı tarafı saldırgan olarak nitelendirmesi, uluslararası kamuoyunda meşruiyet arayışının bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Hava Üstünlüğü Tartışmaları ve Teknolojik Rekabet
En dikkat çekici unsurlarından biri, Pakistan’ın düşürdüğü iddia edilen Hint savaş uçakları ve İHA’lar var. Özellikle Fransız yapımı Rafale uçaklarının kaybına dair iddialar, bölgesel güç dengeleri ve modern savaş uçağı teknolojilerinin etkinliği açısından önemli soruları gündeme getiriyor. Yunanistan örneği üzerinden Rafale’in hava üstünlüğü bağlamındaki algısının sarsılması, bu uçağa yatırım yapan diğer ülkeler nezdinde de bir sorgulama yarattı.
Pakistan’ın Rafale’leri hangi sistemlerle düşürdüğüne dair spekülasyonlar, özellikle Çin yapımı J-10C ve Pakistan-Çin ortak üretimi JF-17 uçakları üzerinde yoğunlaşıyor. JF-17’lerin F-16 muadili ve daha ekonomik bir alternatif olarak sunulması, küresel silah pazarında yeni dinamiklerin ortaya çıkabileceğine işaret ediyor. Hindistan’ın Çin yapımı PL-15E füzesi parçalarını bulduğunu iddia etmesi, hava muharebelerinde kullanılan teknolojilerin ve mühimmatın önemini ortaya koyuyor. Çünkü bu durum, ABD yapımı F-35 ve F-16 uçaklarının hâkimiyet kurduğu savaş uçağı pazarında Çin yapımı uçakların rekabet gücünü artırabilir. Özellikle ekonomik zorluklar yaşayan veya ABD ile siyasi sorunları olan ülkeler için Çin yapımı savaş uçakları cazip bir alternatif oluşturma olasılığı belirgin şekilde var.
Şimdilik düşük ihtimal fakat potansiyeli olan gerilimler yaşanıyor
Asya’yı saran mevcut gerilim henüz “düşük profilli” bir kriz yönetimi safhasında sayılabilir ve engellenebilir nitelikte görünüyor. Ancak, hazmedilemeyecek kayıplar yaşanması durumunda, gerilimin nükleer bir savaşa dönüşme potansiyeli hala var. Böyle bir senaryonun bölgesel ve küresel düzeyde yaratacağı insani, ekonomik ve siyasi sonuçlar tüm dünyayı derinden etkileyecektir.
Bu nedenle, uluslararası arabuluculuk çabalarının ivedilikle devreye girmesi ve tarafların itibar edeceği bir çözüm sürecinin başlatılması büyük önem taşıyor.
























