Akademik bilgi birikimi sanayiye aktarılıyor. Böylece sanayi kollarında yeşerecek yeni ürünlerin Türkiye’yi ileri taşıması sağlanabiliyor. Karşılıklı iş birlikleri ile teknoloji ve eğitim transferleri de gerçekleştiriliyor. Ayrıca, sanayicilerimizin eksikleri saptanarak, üniversitelerden işgücü anlamında da destek alınıyor. Ne güzel bir hayal bu! Sanki bütün yanlış anlaşılmalar geride kalmış gerekli adımlar atılmış ve uzun soluklu, sabırlı bir çalışma başlamış.
Ne yazık ki Akademisyenler ve Sanayiciler bu konuda bir araya gelemeyecek kadar bilenmişler ve karşı karşıya getirilmişler.
Şüphesiz, bir akademisyenin alanda çalışmasının akademik yeterliliğine katkısı olduğu gibi Sanayicinin de akademik ortamda bulunmasının sektörel bağlamda üretime katkısı göz ardı edilemez.
Sanayinin ihtiyacına, alanında uzman akademisyenler ile doğru çözümler üretmeyi amaçlayan Üniversite-Sanayi İş Birliği, Ar-Ge ve İnovasyon iş birliği sürecinin profesyonel olarak yürütülmesini sağlayan bir köprü görevinde olmalıdır.
Bir akademisyen alanında başarılı olmak istiyorsa, sanayiciye kendi alanında geliştirdiği, verimli, inovatif bakış açısını yansıtmak ve sanayiciyi üretim konusunda çalışma verimliliği konusunda başat hale getirmek zorundadır.
Sanayici ise bu çalışmaların uygulanma, işlenme alanlarındadır. Yüksek teknolojiyi, ürün ve malzeme kullanımı ve işleme bilgisini, kaynak israfını önleme ve eksiklerini giderme ölçülerini akademisyenden öğrenecektir.
Sanayici ve akademisyenlerin akıl tartma ve daha çok bilme gibi bir lüksleri yoktur. Bilimsel verilerin uygulanma alanları Organize Sanayilerde ki iş yerleridir. Fakat sanayiler akademisyenlerin deney yapacakları laboratuvarlar da değildir.
Bu çizgiyi biraz netleştirmek adına yazdım. Bir de neden sanayici ve akademisyenlerin bakış açılarının farklı olduğunu örnekle dile getireyim.
Bir toplantıda duyduğum ve şaşkınlıktan dudaklarımı ısırdığım istek sanayiciden akademisyene şöyle aktarıldı.
“Bize her şeyden önce dürüst ahlaklı, çalışmayı seven elemanlar yetiştirin”
Eminim burada kulağınıza çalınan bilgiler size doğru gibi geliyor olabilir. Fakat işin aslı şu: dürüst ve ahlaklı olmayı eğitici öğretemez. Kişi doğru ise çevresindekiler dürüst ve öyle davranıyorlar ise kişi bu erdemleri daha kolay kazanabilir. Yoksa eğitici dürüst olun yoksa maddi veya manevi ceza şudur dese ne olacak?
Bu konuda bir uygulama veya yazıt arayanlara Ahi Evran’ı bir kez okumalarını ve tebellüğ etmelerini öneririm.
Harama bakma, haram yeme, haram içme. Doğru, sabırlı, dayanıklı ol. Yalan söyleme. Büyüklerinden önce söze başlama. Kimseyi kandırma. Kanaatkâr ol. Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme. Eksik tartma. Kuvvetli ve üstün durumda iken, affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol. Ahi Evran
Bu sıralı öğütler bir loncada dürüst insanlar yetiştikçe faziletlerinin artacağını gördüğünde işler hale gelir. Yunus Emre’de bunun için şöyle söyler “Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen”