Haber Sitesi
HV
20 NİSAN Cumartesi 08:47

Hep paylaşıyoruz, üretiyoruz…Çoğalıyoruz...

Mesleğini sanata dönüştürmüş dünyaca ünlü bir kişi ile gerçekleştirdiğimiz röportajımız sayfamızı süslüyor. Sanayicilerin, iş adamlarının nabzını biraz olsun değiştirecek önemli bir isim Fırat Neziroğlu size hikayesini anlatıyor. Umarız işinizin kalbine dokunacak bu yazıyı beğenirsiniz.

RÖPORTAJ
Giriş Tarihi : 31-08-2021 15:00   Güncelleme : 17-08-2022 17:57
Hep paylaşıyoruz, üretiyoruz…Çoğalıyoruz...

Firat Neziroğlu

Dokuma kumaş hayatınıza nasıl girdi?

Küçüklükten beri bir gerçeklik yakalama peşindeydim. Sanatın hangi kolu olacağını bilmeden herhangi bir şekilde sanatla ilgileneceğimi biliyordum. Aradığım gerçekliğin sanata, insana ve hislerine dönüşeceğini biliyordum. Dokuma da kendiliğinden geldi çattı hayatıma. Orta okuldayken dedeme yalan söyledim. Okuldan dokuma yapmamızı istiyorlar, bir çerçeve yapar mısın diye rica ettim. Oysa okulda buna dair hiçbir ders yoktu ve şans eseri üniversiteye başlayana, hatta üniversite ikinci sınıfa kadar hiç dokuma görmeyecektim.

Dedem küçücük bir çerçeve yaptı bana, çivileri çaktı üzerine. Gerçekten kimseden görmeden içgüdüsel olarak dokuyor (bir Sezen Aksu portresi) annem okulumla ilgili tüm bilgilere sahip olduğu için yalanım ortaya çıkmasın diye yatağımın altında saklıyordum çerçevemi. :)

Yıllar sonra Güzel Sanatlar Fakültesi'nin Moda Tasarım Bölümü'ne annemin isteği ile başlayınca oraya adapte oldum. Bu özelliğimi çok seviyorum zira sorgulamıyor, mutsuz olmuyor, mutlaka bir eğlence çıkarıyorum bulunduğum ortamdan ya da yaptığım işten. İkinci sınıfa geçtiğimde koridorda dolaşırken bir ses duydum. Ağır metallerin birbirine çarpması ile çıkan sinir bozucu bir ses. Sesi takip ettim... Ve hayatımın yönünü değiştiren ilk karşılaşma... Bir numune dokuma tezgahı...

O an ne istediğimi biliyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kimse öğretmeden çözdüm, ipliklerin düzeni ve birbiri ile ilişkisi hakkında tarif edemediğim bir bilgiye sahibim. Kendiliğinden bir hal bu…önceleri kağıtlar üzerine kocaman desenler çizer, nasıl dokunur diye düşünür, hesaplar yapardım. Sonraları kâğıda gerek kalmadı. Birbirinden karışık kumaş örgülerini göz kararı yapabilir oldum. Kendime ait bir teknik gelişti yine kendiliğinden. Normalde tezgah üzerinde uygulanamayacak desenler dokumaya başladım.

Okulda hep destek görmek istedim… olmadı… ortalama her yıl bir yarışma kazandım. Hatta Türkiye’de düzenlenen ilk kumaş tasarım yarışmasında hem 1. hem de 2. oldum.

O zamanlar kendimle çok ilgilenmiyor hep dışarıdan takdir bekliyordum. Belki de en büyük hatam buydu. Sürekli kabul edilmeye çalışıyordum.

 

Eğlenceli yarışma jürileri ve geçen yıllar sonunda kendi alanımda düzenlen neredeyse tüm yarışmalarda ödül aldım. Oysa okuldaki tasarım derslerim genelde 50 puan ve biraz üzeri ile notlanıyordu.

Tek derdim kabul görmek, bir türlü uyuşamadım derken fark ediyorum ki, 16 yaşımda başladığım üniversite yıllarında kişisel gelişim sürecim olması gereken gibi tamamlanmamış ve bazı yaşam kurallarını tam anlayamadan büyümekteymişim. Her şey zamanında güzel.

İşte bu kural yoksunluğu yaratıcılığımı tetikledi. Bir çizime başlarken ne yapılmış değil ne yapılamaz ve ben onu nasıl yaparım diye başlıyorum. İçine biraz ergonomi, bolca estetik katıp, hayatımda olmayan kuralları, tasarımlarımın basit halleri içine ekliyorum.

Bir süre sonra bu tasarımcı hali de beni huzursuz etmeye başladı... Bir şeyler yapmak istiyordum... yine bir şeyler. Ne olacağını bilmeden. Bu defa annem destek verdi. Bir pencere kasası üzerine çakılmış çiviler... üzerinde ilk deneysel dokumalarım ve yine insan bedeni... 

     Ne olduğunu bilmediğim bir yere geldi bugün dokumalarım, bir gerçeklik, ancak fiziksel bir gerçekliğe bürünmüyorlar, bir bakışta iç dünyayı sezebiliyorsun, yakından incelediğinde gerçek bir ten değil, ama gerçek bir ruha bürünüyorlar... kendiliğinden...

Kumaşları hangi kategorilerde değerlendiriyorsunuz?

Her şey zamanında güzel demiştim ya ilk sorunuzu cevaplarken yine teyit ediyorum. 2000li yılların başlarında dokunduğum kumaşları nihayet öğrenciler 2020’lerde dokumaya başladılar. Bende her şey biraz erken…

Misina, şeffaflık ve boşluk kumaşlarımı tanımlıyor ve ismimle anılıyor dünyadaki pek çok üniversitede. Örneğin Kanada’da Fırat Neziroğlu gibi dokumak isimli atölyeler düzenleniyor.

Ama Türkiye’de durum biraz başka. Burada genelde (istisnalar hariç) misina hala yeni bir malzeme ve bakış açısı gibi öğretiliyor. Üzerinden 20 yıl geçti…

 

Kumaş kategorileri artık her tasarımcının kendisi kadar. Eskiden döşemelik, perdelik, giysilik kumaşlar derdik. Derken ev tekstili içinde banyo tekstilleri alanı öne çıkmaya başladı, bugünlerde plaj tekstilleri alanı kendini gösteriyor.

Teknolojik tekstiller var hayatımızda. Bilişim Vadisi Tasarım Kümelenmesi içinde kıymetli Pınar Sipahi önderliğinde değerli Arzu Kaprol ile birlikte Teknolojik Tekstiller alanında projeler geliştiriyoruz. Organik, Biyolojik ve Mekanik alanlarda Tekstiller ve tasarımları üzerine çalışıyoruz.

Dünyaca tanınan bir dokuma sanatçısı olarak Türkiye’de neden az tanınıyorsun?

Bunu çok normal buluyorum. Dokuma bizim genlerimizde var. Kilimin dünyadaki adı kilim, bulunan en eski kumaş örneği Anadolu’da Çatalhöyük’te, dünyada iki çeşit halı düğümü var biri Türk (Gördes) düğümü ve bulunan en eski halı Türk düğümü ile dokunmuş. İğne oyası sadece Anadolu’ya ait, tığ işleri, keçe, nakış derken bu topraklardaki maharetli ellerinden biriyim. Anadolu’da herkes gibiyim. O yüzden çok tanınmıyorum.

Şu anda Lizbon, New York, Londra, Adelaide ve İstanbul’daki önemli galeriler işlerimi temsil ediyor. Tayland Kraliçesi Queen SiriKit doğum günü kutlamaları için Tayland’a davet edildim ve kendisine bir kumaş dokudum. İngiltere Kraliçesi Queen Elizabeth için portresini dokudum, Norveç Kraliyet Ailesi Büyükelçiliği himayesinde Norveç’te dokumalarımı sergiledim. Dünyanın en önemli müzayedeleri Sotheby’s ve Chiristie’s de işlerim satıldı. Chiristie’s kataloğunun kapağı oldum. Keçe heykel çalışmalarım 2008’de dünya turnesine çıktı, 2018’de yurda döndü. Tam bir dünya turu attılar. Bunlar ilk aklıma gelenler.

Ancak her şeyin ötesinde Anadolu’dan besleniyorum.

Tekstil sektöründe kumaş tasarımı mı iplik tasarımı mı daha önemli?

Bu o kadar harika bir soru bence. Çünkü kumaş tasarımı ile desen tasarımı birbirine karıştırılıyor. Grafik tasarımcılar da harika baskı desenleri tasarlıyor. Ancak kumaş tasarımında en önemli alan tuşedir. Kumaşa dokunularak, hissedilerek anlaşılır. Kumaş tasarımcısı önce ipliği tanımalı, ipliği tasarlamalı ardından bu ipliklerle kumaşın hissini verecek örgüyü tasarlamalıdır. Bu aşamaların sonucunda gerçek bir kumaş can bulur.

Dünyanın birçok yerinde moda defilelerine katılmış, bu havayı solumuş biri olarak tekstilcilerimize, bu sektörde çalışanlara, ara işlerde çalışanlara bir öneriniz var mı?

Hepimizin bildiği gibi Türkiye çok kaliteli işçilik ve üretim merkezi. Ancak fason işlerin peşine koşmak yerine özgün tasarımlar bu sektörün geleceğini parlatır. Bir gün Denizli’de bir görüşme sırasında fabrika sahiplerinden biri “Amerika’nın demin kumaş ihtiyacını Çin’den daha ucuza karşılıyoruz” diye övünüyordu. Bu beni çok üzdü, Türkiye’nin her köşesinde ayrı bir zenginlik varken, Denizli’de de Buldan Bezi varken, dünyaya tasarımla çok iyi fiyata satılabilecekten iş gücü ve bilgimizin bu kadar ucuza pazarlanmasına dayanamıyorum.

Aldığınız ödüller arasında “işte şimdi mutlu olmalısın” dediğin ödüller var mı?

Şimdi istediğim işi yapıyor, istediğim hayatı yaşıyorum. Alkış da daha coşkulu, başarısızlık da sadece benim. Benim olan şey hiç de acı vermiyor; üstelik pek keyifli. Şimdi HİÇBİR yerde olmanın büyük huzurundayım...

Tam bu duygularda yoğruluyorum bir süredir. Rahmetli hocam Ahmet Erinanç'ın bizleri bırakıp gitmeden önce, o güzel kaleminden bana yazdığı satırlara rastladım, yıl 2002:

"Ödüllere boğulmuş olan adam, gün gelip de ödülsüzlük koleksiyonunun vitrininde HİÇLİK ÖDÜLÜ’ne bir boş yer aramaya başlarsa, adam olma yoluna girmiş demektir"

 

İşte o zamandan beri ödüllerimi Ahmet hocamın nasihatiyle değerlendiriyorum.

Şile bezi çalışmanızdan bahsedebilir misin?

Anneannelerimiz doğayı bilir, tanır, onunla birlikte hareket ederlerdi.

Şile’nin denizinin tuz oranı, Şile sahilindeki kumların inceliği büyüklerimize yol göstermiş, incecik kumaşlar dokuyabilmek için Şile sahillerinde kazanlara deniz suyunu doldurup kaynatmışlardı.

Kaynayan deniz suyu içine de bir kap un dökerek bir çorba hazırlamışlardı. Bu çorbanın içine iplikleri atıp una bulamış, unla güçlenen iplikleri de tezgahlara gerip incecik kumaşlarını dokumuşlardı.

Bu dokunan kumaşları da yine Şile sahilinde denizde yıkayıp incecik Şile kumlarının üzerinde kurutmuşlardı. İncecik kumlar Şile bezlerinin içine işlemiş ancak bu yollardan geçen, unla harmanlanan, denizle buluşup yıkanan kumaşlar Şile Bezi olmuştu.

Biz de Şile Belediye başkanımız Sayın İlhan Ocaklı öncülüğünde Şile’ye 200 tezgâh kurduk, dokuma eğitimi vermeye başladım. Şileli kadınlarımız dokuyor, dikiyor. Şile’de kadın istihdamına destek oluyoruz. Bizler en güzelini tıpkı anneannelerimiz gibi üretiyoruz. Ben de Anadolu’ya saygıyla tasarlıyorum.

Ayrıca İstanbul Havalimanı çevresindeki köylerde yaşayan dostlarla buluştum, dokuma ve sanat eğitimi verdim. Öyle ki dersimde expresyonizm ve empresyonizm arasındaki farkları konuşur olduk. Sanatın duvarlarda değil hayatın içinde olduğunu tartıştık. Dokuma bahane, hayat hakkında konuştuk.

Dostlar dokumayı öğrendiler, köylerine tezgahlar kurduk. Dokumak için İGA’nın her yıl değişen 6000 personelinin kıyafetlerini ipliğe dönüştürdük. Bu ipliklerden kumaşlar tasarladık. Şimdi ürünlerimiz geliyor.

AdminAdmin

YORUMLAR
google-site-verification: google8b20e0d27e9aba0e.html