Haber Sitesi
HV
12 TEMMUZ Cumartesi 04:09

İRAN'A SALDIRI MI, ORTADOĞU'YA DİZAYN MI?

Ali Yıldız
Ali Yıldız
Giriş Tarihi : 27-06-2025 11:26

 

Yazan: Ali Yıldız

Ortadoğu, yüzyıllardır büyük güçlerin çıkar çatışmalarının merkezi olmuştur. Bu topraklarda yıllardır kan durmadı, gözyaşı hiç kurumadı. Fillerin tepiştiği, çimenlerin ezildiği bir coğrafyadır burası. Bu tarihsel gerçekliğin son halkası, İsrail'in İran'a yönelik kan kokan saldırılarıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor.

 Libya’da Kaddafi’nin yıkılması, Irak’ta Saddam’ın alaşağı edilmesi, Suriye’de Esad’ın devrilme çabalarına verilen destek, Ortadoğu’yu İsrail için bir “dikensiz gül bahçesi”ne çevirmiştir. Çünkü yukarıda hatırlatmış olduğum üç lider emperyal politikalara çomak sokmuştur. İsrail’in kendisine tehdit olarak gördüğü Irak, Suriye ve Libya, din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden bölünüp parçalanmış, şimdi sıranın İran’a gelmesi, Türkiye’nin de hedef olup olmayacağı sorularını gündeme getirmiştir.

Bu çerçevede, Türkiye hükümeti, İsrail’e karşı parçalı iç dinamikleri birleştirmek ve “terörsüz Türkiye” söylemiyle Kürt sorununu çözmeye çalışmaktadır.  Böyle bir konjonktürde hükümetin bu iç barış hamlesini takdir etmek gerekiyor. Amaç, İsrail ve benzeri düşmanlara karşı iç ikilikleri ortadan kaldırıp ortak hareket zemini oluşturmaktır. İsrail medyasında, İran’dan sonra hedefin Türkiye olabileceğine dair ciddi söylemler dillendirilmektedir. Benzer kaygılar ülkemizde zannedilmektedir. Kanımca, eğer Türkiye, ABD’ye ve İsrail’e meydan okuyan liderler tarafından yönetilseydi, sıradaki hedef olabilirdi. Sormak gerekir; Emperyalizm, kendisine hizmet eden bir yapıyı neden ortadan kaldırsın?

İsrail,  Gazze ile birlikte  Lübnan’ı, Yemen’i ve Suriye’yi de hedef aldı.  Arkasında ABD’nin koşulsuz desteği varken, karşısında dağınık bir İslam dünyası var. İran’ a saldırıların zamanlaması ve hedefleri gösteriyor ki bu, sıradan bir güvenlik operasyonu değil, yüzyıllık emperyal bir projenin sahadaki uygulamasıdır.

İsrail saldırılarını, kendi halkına ve dünya kamuoyuna “kendini savunma hakkı” olarak sunmaya çalışıyor. Oysa bu, hakikatin üzerini örtmektir. Gerçekte amaç, İran’ın askeri ve teknolojik altyapısını çökertmek; aynı zamanda iç hoşnutsuzlukları körükleyerek rejimin istikrarını sarsmaktır.

İran, Fars etnik kökenli bir devlettir. Azeriler,  Beluciler, Kürtler ve Araplar gibi halklara eşit ulusal haklar tanınmamaktadır. İran da Kürtler yakın zamanda silahlı mücadele başlatmıştır, diğer gruplar da dini ve etnik baskılar altındadır.  İsrail hükümeti, sosyal medya ve diğer kanallar aracılığıyla bu grupları İran rejimine karşı isyana teşvik etmektedir.

ABD’nin uzun yıllardır sürdürdüğü İran karşıtı politika, İsrail’in bölgedeki manevra alanını genişletmiştir. Ortak çıkarlar doğrultusunda bölge yeniden şekillendirilmektedir. İran ise buna Hizbullah, Husiler ve Suriye rejimi gibi müttefikleriyle yanıt vermekte; bu gruplara maddi ve lojistik destek sunmaktadır. Ancak bu denge sürekli sarsıldığından, İsrail tarafında bir kuşatma psikolojisi oluşmuştur.

13 Haziran’da İran’a sözde uranyum zenginleştirme faaliyetlerini bahane ederek ABD ve batılı emperyalist devletlerin onayı ve desteğiyle saldırdı. Oysa olayları okuyan herkes bu saldırıların asıl nedeninin uranyum zenginleştirme değil, İslam rejiminin değiştirilmesi ve ülkenin parçalanması amacıyla yapıldığını bilir. Dikkat çeken bir diğer nokta, İsrail’in İran içindeki istihbarat operasyonlarıdır. Mossad tarafından yürütülen eylemler sonucunda üst düzey İranlı isimler suikastla hedef alınmış, askeri üslerde sabotajlar gerçekleşmiştir. İsrail’e ait İHA’ların Tahran semalarında dolaşması, hem İran halkı hem de uluslararası kamuoyu tarafından rejim zaafı olarak yorumlanmıştır.

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın yakın koruması Ebu Ali Halil, İran’da düzenlenen hava saldırısında oğlu ile birlikte öldürülmüş, savaşta İran tarafında 400’den fazla can kaybı yaşanmıştır. Ayetullah Hamaney’in hedef alınabileceğine dair iddialar, gerilimin geldiği noktayı açıkça ortaya koymaktadır.

İran ise karşılık vermiştir. Süpersonik füzeler, balistik sistemler ve bölgesel müttefikler aracılığıyla İsrail’e  misilleme yapılmıştır. İsrail’in övündüğü “Demir Kubbe” sistemi bu saldırılar karşısında yetersiz kalmıştır. Başkalarına yaşattığı korkuyu ilk kez kendi topraklarında hisseti. Tel Aviv ve Hayfa gibi kentleri vurulmuştur. İsrail Başbakanlık Ofisi’ne göre, İran’ın misillemelerinde 24 kişi ölmüş, 14’ü ağır olmak üzere 1272 kişi yaralanmıştır. Hava üstünlüğünü kaybeden İran savunmaya geçmiş, savaşın 10. gününde ABD fiilen çatışmalara katılarak Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesisleri vurmuştur. ABD, İran’ı kontrol altına alarak Çin’in küresel ticaret ağını sekteye uğratmayı amaçlıyor. Bu durum, Çin’in bölgedeki etkisini zayıflatacak ve Batı’nın enerji güvenliğini artıracaktır.

 Bu savaşın bedelini, Gazze’de, Şam’da, Tahran’da, Kudüs’te yaşayan; savaşta hiçbir çıkarı olmayan yoksul halklar ödemektedir. Bir avuç savaş baronu, servetlerine servet katmaktadır. İran’a ve İsrail’e düşen her bomba, annelerin yüreğinde tarif edilemez acılar bırakmakta, toplumlara geri dönülmez travmalar yaşatmaktadır. Kazananı olmayan bu savaş, bölge halklarına yalnızca daha fazla yoksulluk ve yıkım getirecektir.

 

Umarım bu çatışma, çok taraflı bir diyalog ve diplomasi ile en kısa sürede çözüme kavuşur. Zaten bölgede en büyük ihtiyaç, halkların ortak çıkarlarını esas alan gerçekçi bir barıştır.

YORUMLAR